Türkiye'de yüzde kaç kişi İngilizce biliyor ?

Firtina

New member
Bir Dilin Hikâyesi: Türkiye’de Kaç Kişi İngilizce Biliyor?

Geçen ay İstanbul’da bir kafede otururken yanı masada iki üniversite öğrencisinin konuşmasına kulak misafiri oldum. Biri heyecanla “Hocam bütün ders İngilizce, ama ben hoca kadar anlamıyorum” diyordu. Diğeri ise sakin bir şekilde Google Translate’i açıp “Bak, kelime kelime çevirelim” diye öneriyordu. O an düşündüm: Biz İngilizceyi gerçekten öğreniyor muyuz, yoksa sadece kelimeleri ezberleyip duvar mı örüyoruz aramıza?

Bu forumda dil öğrenmenin sadece rakamlardan ibaret olmadığını, insan hikâyeleriyle örülü bir yolculuk olduğunu anlatmak istiyorum. Çünkü “Türkiye’de kaç kişi İngilizce biliyor?” sorusu, aslında “Biz dünyayı anlamaya ne kadar hazırız?” sorusuyla kardeş bir sorudur.

İstatistiklerin Soğuk Yüzü

Son yıllarda yapılan araştırmalara göre Türkiye’de İngilizce bilenlerin oranı yaklaşık %15 civarında. Yani her 100 kişiden sadece 15’i bu dili anlamlı düzeyde konuşabiliyor. (Kaynak: EF English Proficiency Index, 2024). Bu oranla Türkiye, dünya sıralamasında “düşük yeterlilik” kategorisinde yer alıyor. Ama bu sayılar hikâyenin sadece görünen kısmı. Çünkü her yüzde, bir insan, bir umut, bir çaba gizli.

Bu noktada hikâyemizin kahramanlarıyla tanışalım: Emre ve Elif. İkisi de farklı şehirlerde büyümüş, farklı dünyalara ait iki genç. Emre mühendislik okuyor, stratejik ve hedef odaklı biri. Elif ise psikoloji öğrencisi, insan ilişkilerini ve duyguları iyi gözlemleyen bir karakter.

Dil Kursunda Bir Karşılaşma

Emre bir gün “Kariyer basamaklarını tırmanacaksam İngilizce öğrenmeliyim” diyerek bir dil kursuna yazıldı. İlk derste öğretmen “Konuşarak öğreneceğiz” deyince içinden “Keşke gramer anlatsa da not alsam” diye düşündü. Aynı sınıfta Elif de vardı; o ise dil öğrenmeyi “insanlara dokunabilmenin bir yolu” olarak görüyordu. İlk derste herkes sırayla kendini tanıttı. Emre konuşurken kelimeleri doğru seçmeye çalıştı; Elif ise duygularını anlatmaya.

Zamanla aralarındaki fark dikkat çekici bir uyuma dönüştü. Emre, Elif sayesinde kelimelerin duygusal yönünü fark etti; Elif ise Emre’nin stratejik öğrenme yöntemleriyle sistemli çalışmayı öğrendi. İki farklı yaklaşım, bir dilin iki yüzünü temsil ediyordu: biri mantık, diğeri anlam.

Bir Ülkenin Dille İmtihanı

Türkiye’nin İngilizceyle ilişkisi uzun bir tarihe dayanıyor. Osmanlı’nın son döneminde Fransızca prestij diliydi; Cumhuriyet’le birlikte İngilizce önem kazandı. Ancak yıllar boyunca eğitim sistemimiz “gramer odaklı” bir yapıya sıkıştı. Öğrenciler dilin kalbini değil, iskeletini ezberledi.

Emre bir gün kurs çıkışında Elif’e dedi ki: “Biz aslında İngilizce öğrenmiyoruz, sınav geçiyoruz.”

Elif cevap verdi: “Evet ama dili sınavdan çok insan gibi görmek gerek. Bir arkadaş gibi, sabırla dinleyip tanımak…”

Bu kısa diyalog bana Türkiye’nin dil eğitimine dair temel sorunu hatırlattı: İngilizceyi “araç” değil, “amaç” haline getirmek. Bu yüzden yıllardır kurslara giden ama hâlâ konuşamayan binlerce insan var.

Zihin Bariyerleri ve Korkular

Elif’in annesi, “Benim zamanımda kızım İngilizce bilseydi yurtdışına giderdi” derken gurur ve korku arasında sıkışmıştı. Bu söz, toplumsal bir duyguyu yansıtıyor: İngilizce bilmek, sadece dil değil, sınıf atlama sembolü hâline geldi. Ama bu baskı, bazen öğrenmeyi değil, korkuyu büyütüyor.

Emre’nin babası ise daha farklı düşünüyordu: “Dil öğrenmek stratejidir, dünyayı anlamanın anahtarıdır.” Emre bu sözleri hedef olarak benimsedi ama bazen cümle kurarken dilinin ucuna kadar gelen kelimenin tıkanması onu öfkelendiriyordu. Elif onu dinleyip gülümsüyordu: “Yanlış konuşmak, hiç konuşmamaktan iyidir. Dil hata yapmayı sever.”

Erkeklerin çözüm ve stratejiye yönelen tarzı ile kadınların ilişkisel, duygusal yaklaşımı burada yeniden birleşiyordu. İkisi de birbirinden öğreniyordu.

Geleceğe Bakış: Türkiye İngilizceyle Nerede Olacak?

Yapay zekâ destekli çeviri araçları, anlık konuşma uygulamaları ve global iş ağları, dil bariyerini giderek inceltiyor. Ancak uzmanlara göre (British Council, 2023) gelecekte İngilizce bilmek hâlâ büyük bir rekabet avantajı olacak.

Türkiye’de genç kuşak artık diziler, YouTube içerikleri ve oyunlar aracılığıyla dili doğal olarak öğreniyor. Bu da formal eğitimin yetersizliklerini bir ölçüde dengeliyor. Elif ve Emre gibiler, klasik kursların ötesine geçip dili hayatın içine taşıyor.

Belki 2035’te Türkiye’nin İngilizce yeterlilik oranı %30’u aşacak. Ama asıl mesele oran değil; o dilin ruhunu anlamak. Çünkü dil bilmek, sadece “söylemek” değil, “anlayabilmek”tir.

Forumda Söz Sizde

Peki sizce, bir dili bilmek ne demektir? Gramerini kusursuz bilmek mi, yoksa bir yabancının hikâyesine kulak verebilmek mi?

Türkiye’de İngilizce bilenlerin oranı artıyor, evet; ama acaba bu artış kalplerimize de dokunuyor mu?

Belki bir gün Emre ve Elif’in hikâyesi hepimizin hikâyesi olacak. Belki o zaman “Türkiye’de yüzde kaç kişi İngilizce biliyor?” sorusunun yerine “Kaç kişi başka bir kültürü anlayabiliyor?” diye soracağız. Çünkü asıl dil, kelimelerde değil; insanların birbirine ulaşma çabasında saklı.